Osmanlıca – Türkçe 2

Yayınlama: 26.12.2022
Düzenleme: 26.12.2022
61
A+
A-

Bir önceki yazımızda “dil nedir, alfabe nedir, alfabe dil ilişkisi nedir?” sorularına kısaca değinmiştik. Devam yazımızda “Osmanlıca” dediğimiz dönemin Türkçesiyle ilgili bazı sorulara cevap vermeye çalışacağız.

Alfabe değişikliğiyle ilgili bir konu açıldığında hemen hemen ilk duyduğumuz eleştiriler: Geçmişle bağımızı kopardık, dedemizin mezar taşını okuyamıyoruz gibi veryansınlardır. Peki konunun bu kadar sığ bir zeminde tartışılması doğru mu? Konunun milletin iyi niyetini kullanarak siyasi emellerle suistimal edildiği görüşündeyim. Diyelim ki Osmanlıca kaldırıldı ve atalarımızın diline ihanet edildi. Binlerce yıllık Türk tarihi içinde tek bir yıldız olan Osmanlının dili vardı da diğer devletlerimizin yok muydu? Bu pencereden bakıldığında Osmanlı da Selçuklu’nun kullandığı dili yok ederek aynı ihanetin bir parçası haline mi geldi? Ali Şir Nevai’nin dili Çağataycaya ne oldu? Karahanlıca, Uygurca nerede? Onlar da mı bir ihanetin kurbanı oldular? Bu kısır döngü ilk  Türkçeye kadar uzar gider. Dilimizden dökülen ilk Türkçe kelimeden günümüze kadar defalarca alfabe değişikliğine gittik fakat dilimiz çok şükür baki kaldı. Alfabe değişiklikleri çok mu gerekliydi demek başka dilimizi yok ettiler demek başka. Osmanlı bin sene önce tarihten silinmiş bir medeniyet değil ki dili yok olsun. Medeniyetin kurucusu Türkler olarak hala hayattayız. Devletimiz varlığını sürdürmekte. Belki de dedemiz Cumhuriyet öncesi doğumlu. Harf devriminin üzerinden yüz yıl bile geçmiş değil. Dedemiz yeni bir dil mi öğrendi? Konuştuğu dilin sembollerini değiştirdi ve hayatına devam etti.

Dedemizin mezar taşını okuyamamak o zaman da bir sorun teşkil edebilirdi. Osmanlıda 18 çeşit yazı türü vardı ve mezar taşının sülüs, talik, girift, ya da rikayla yazılması muhtemeldi. Her istediğimizi okuyup yazabilmek için on sekiz ayrı yazı çeşidini bi hakkın bilmek mecburiyetindeydik. Ayrıca 31 harften oluşan Osmanlı alfabesi için başta ortada sonra olmak üzere her harf için üç yazım şekli vardır. Bu da 93 ayrı harf eder. 18 ayrı yazı çeşidinde her bir harf için 3 ayrı şekil bilme ihtiyacını göz önünde bulundurursak okuma yazma için kaç harf gerekliydi onu da artık okuyucularımız tahayyül etsin.

Japonlar alfabe değiştirmemiş sözüyle lafa girenlere de Japonların bir ada milleti olduğunu tarih boyunca en azından Türkler kadar farklı medeniyetlerle içli dışlı olmadığını, bizler kadar geniş bir coğrafyada yaşamadıklarını ve zaten alfabe olarak milli alfabelerini kullandıklarını hatırlatmak isterim. Zira coğrafyadan ticarete birçok etkenin dil üzerinde olan etkilerine bir önceki yazımızda değinmiştik.

Latin alfabesi kullanma fikri ilk kez Cumhuriyet’le ortaya çıkmamıştır. Osmanlı döneminde de alfabeyi ıslah etme düşüncesi vardır. En basit örneğiyle Balkan Savaşları sırasında ordunun iletişiminde yazıdan kaynaklı sorunlar baş gösterince hurufu muttasıla denen Arap alfabesinin bitişik nizam sistemi yerine ayrı yazılan bir yazı sistemi geliştirilmişti. Bu yazıya halk arasında ordu yazısı, Enver yazısı gibi isimler de verilmiştir. Bazı gazete ve dergilerde Latin alfabesiyle ama Türkçe yazılmış metinlere rastlamak da mümkündür. Hatta saray içerisinde hanedan mensuplarının da Latin alfabesiyle Türkçe yazdıklarını biliyoruz. Bu konuda 3. Selim’in kız kardeşi Hatice Sultan’ın Mimar Mellini ile olan  Latin alfabesiyle yazılmış Türkçe mektupları güzel bir örnektir.

Örnekleri artırmak mümkün. Alfabe değişikliği zaruri bir ihtiyaçtan hasıl olmuştur. Sesli harfler üzerine kurulu Türkçenin sessiz harfler üzerine kurulu Arap alfabesiyle yazımı sorun teşkil etmekteydi. “şın kef re” sesleriyle yazacağımız bir kelimeyi şeker ya da şükür okumamız günümüzde bile bazı gereksiz tartışmaları ortaya çıkarmaktadır. Ramazan Bayramı’na şeker bayramı diyenlere karşı gelmemiz yanlış olabilir. Çünkü Osmanlı kaynaklarında geçen “Ş K R Bayramı” kelimesini şeker okumamamız için hiçbir neden yok.

Alfabe geçici dil kalıcıdır. Önemli olan ses bayrağımız olan Türkçeyi vatan toprağı gibi namus gibi korumaktır. Yarın ihtiyaç olur da alfabe değiştirirsek kalıcı olan yine güzel dilimiz Türkçe olacaktır. Bilinen ilk ozanımız Aprın Çor Tigin’den bu yana çok farkılı alfabe kullanıldı ancak Türkçe anamızın sütü gibi dilimizde kalmaya devam etti. Köktürk alfabesiyle yazan Yolluğ Tigin de Arap harfleriyle yazan binlerce şairimiz de Latin alfabesiyle bu zamana kadar yazan şair ve yazarlarımız da ses bayrağımız Türkçenin muhafızlarıdır. Sığ tartışmalarla zihnimizi meşgul ederek atalarımızın ruhun şad edemeyiz, dilimize bu şekilde sahip çıkamayız. Eğer kültürümüze sahip çıkacağız, geçmişle bağımızı koparmayacağız diyorsak ya günümüz yazısına aktarılmış şekillerini okuyalım ya da ilgili yazıyı öğrenelim. 

Yunus Emre’nin dili de benim dilim de aynı. Ben Yunus gibi söz diyemem orası ayrı. Yarın her şeyden vazgeçip mağara duvarlarından alınmış resimle bile yazsak çocuklarımızın kulağına Türkçenin namus olduğunu fısıldayalım.

REKLAM ALANI
Yazarın Son Yazıları